15 Nisan 2016 Cuma

Bahar Alerjisi

 

 Ne fena bir şeydir o. Çok sevdiğimiz baharın geldiğine mi sevinelim yoksa alerjimizin depreştiğine mi üzülelim şeklinde insanı ikileme düşüren durumdur. Ben her bahar aşık olurum şarkısını ben her bahar nezle olurum şeklinde söyletir. Polen olan bir yere gitmeyedurun hemen ardarda kuvvetli hapşuruk nöbetleri (millet çok yaşa demekten artık bıkar) arkasından sular sellercesine bir burun akıntısı. Öyle akar ki mendil dayandıramazsınız. Bunların yanında ara ara burun içi kaşıntısı,kulağın içinin en ulaşılamaz yerinde kaşıntı ve tam boğaza doğru damak kaşıntısı olur ki bir şey yapamazsın. Bunun için antihistaminik haplar var aslında ama kullanmayınca işte aynen dediğim şekil oluyor.

Hepinize bahar alerjisiz baharlar diliyorum









Candan Erçetin'in 
Bahar  geldiğinde mi ben böyle olurum
Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar
Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var
Tabi ki ben böyle olduğum için bahar
sözlerinin geçtiği Bahar şarkısını sizlere hediye ediyorum:)







14 Nisan 2016 Perşembe

Bugün Arçelik bizi şaşırttı :O

    Bugün çok tuhaf bir şey oldu. Böyle durumlara alışık değiliz biz. Çok şaşırdık. Arçelikten 10 yıl önce buzdolabı almıştık. Hala kullanıyoruz. Garanti maranti kalmadı tabi. Bugün Arçelik yetkili servisinden aradılar yıllık bakım yapmaya geleceklerini söylediler. Biz dolandırıcılık olabilir diye şüphelendik ama herhangi bir bilgi sormadılar kimlik ile ilgili , sadece ürün sahibinin adını söylediler ve buzdolabını hala kullanıp kullanmadığımızı sordular o kadar. Biz müsait olduğumuzu söyledik ve hemen geldiler. Buzdolabımız da son zamanlarda arada ses çıkarmaya başlamıştı. Arka tarafta bir parça bozulmuş onu değiştirmeleri gerekiyormuş hemen telefonla servise parçayı sipariş ettiler. Geldiğinde takacaklarmış. Parça için herhangi bir ücret alacaklar mı kesin bir fikrim yok ama servis Arçeliğin hizmetiymiş. Arçelikten 10 yıl önce buzdolabı alıp hala kullananlara ücretsiz bir hizmetiymiş. Benim o kadar hoşuma gitti ki. O kadar ürün kullandım hiç böyle bir şeyle karşılaşmadım. Arçeliği bu hizmetinden dolayı kutluyorum.
i

12 Nisan 2016 Salı

BİR İNSANIN ANAVATANI ÇOCUKLUĞUDUR



BİR İNSANIN ANAVATANI ÇOCUKLUĞUDUR

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, "Hocam elinizi öpmek istiyorum" dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisini söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en onemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. "Ben ne yapıyorum" diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?”
Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldigim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!
- Evet, uç bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginligim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gidince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yasasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musunuz ne oldu?
- Ne oldu?
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürleri sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı?
Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber asağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokaga çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizli, örtük ama onemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen-veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen;
“Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevlerini kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyecegim.
- Eşiniz gelmek istemedi!
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi.
Ben yalnız gittim ve diger veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı, gülümsedi, "siz ne yaptınız bu çocuğa" dedi.
Hiç cevap vermedim, önüme baktım. "Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa" dedi.
“Çok mu kötü hocam?” diye sordum.
Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuga siz?”
- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulaklarıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı.
Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı.
“O kadar mi kötü?” diye sordu.
Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlatabildim.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkur ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutlulugu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
“Çocuklar gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan Cüceloğlu

10 Nisan 2016 Pazar

Parmaklarımızdaki mucize



Parmağınıza 60 saniye bastırın bakın ne oluyor : Hepimizin ortak şikayeti baş ağrısı ya da vücudumuzun değişik bölgelerinin sebepsiz olarak aniden ağrımasıdır. Böyle durumlarda hemen ağrı kesici ilaç ya da doktora başvururuz fakat refleksoloji yöntemi ile 60 saniyede kurtulmak mümkün.
Refleksoloji basit olarak vücudun her organ ve bölgesinin  diğer organlarımızla bağlantılı olması üzerine kurulu bir sistemdir. Yani parmağınıza bastırdığınız zaman o bölge ile bağlantılı diğer organınızda olan ağrı anında kesilecektir.
Tek yapmanız gereken hangi parmağın nere ile bağlantılı olduğu ve buna göre ne yapmanız gerektiğini öğrenmek.
Başparmak – Kalp ve akciğerler ile alakalıdır. Kalp ritmimiz hızlandığı zamanlarda başparmağınızı ovarsanız eğer kalp atışınızın yavaşlamasına yardımcı olacaktır.
İşaret parmağı  – Bu parmak kolon ve mide ile bağlantılıdır. Eğer kabızlık veya karın ağrısı şikayetiniz varsa, işaret parmağınıza basın ve 60 saniye boyunca ovalayın. Karın ağrınızın anında kesildiğini hissedeceksiniz.
Orta parmak  – Bu parmak kalp, ince bağırsak, kan dolaşım ve solunum sistemi ile alakalıdır. Eğer sürekli baş dönmesi ve uyku hali yaşıyorsanız, şikayetlerinizin geçmesi için orta parmağınızı ovalamanız yeterli olacaktır.
Yüzük parmağı  – Yüzük parmağı ruh durumuz ile alakalıdır. Kendinizi depresif hissettiğiniz zaman, yüzük parmağınıza masaj yapmak sizi çok daha iyi hissettirecektir.
Küçük parmak  – Baş, boyun ve böbrek ile bağlantılıdır. Yani,ne zaman bir baş ağrısı ya da boyun bir ağrı şikayetiniz varsa, ya da böbrekleriniz ağrıyor ise serçe parmağınıza masaj yaparak kendinizi rahat hissedebilirsiniz.
Avuç içi  – Avuç içlerimiz kan dolaşımını uyarmak için oldukça etkilidir ve sinir sistemimizi doğrudan etkiler. Ellerinizi çarpmak yani alkış tutmak oldukça faydalıdır.
Bu yazıyı okurken faydalı bulduysanız ve daha fazla insana ulaşması için lütfen paylaşın. Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler.

Kaynak:www.bayanlarbilir.com

8 Nisan 2016 Cuma

Birsilgibirkalem.org

Okulların ve öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak isteyen gönüllüler için oluşturulmuş çok güzel bir site. Ben yeni haberdar oldum hemen sizleri de haberdar etmek istedim.

5 Nisan 2016 Salı

Susam ve fıstık helvası


Bunları çok özlemişim. Rahmetli babam çocukken seviyorum diye bunlardan birde badem kurabiyesi sık sık alırdı yiyeyim diye.Eşimle Badem kurabiyeside aldık ama fotoğraf çekmek aklıma gelene kadar midemize indi😜Hımm çokta güzeldi😄